NATO ZİRVESİ, ZAFER Mİ, HEZİMET Mİ? Dostlarım beni kırk yılı aşkın maliye bürokrasisinden tanırlar. Son derece ciddi görevler aldığımı, diplomasiyi ve diplomatik teammülleri çok iyi bildiğimi, uluslararası ilişkilerde, devletlerin dış siyasette nasıl bir politika izlediklerini yakınen takip ettiğimin en canlı şahitleridir. NATO zirvesi zafer mi, hezimet mi? Sorusuna cevap verirken konunun uzmanı olarak düşüncelerimi ifade ettiğimin bilinmesini isterim. Zirveyi değerlendirmeden evvel, Peygamberimizin (s.a.v.) 628 yılında, Mekkeli müşriklerle imzaladığı, "Hudeybiye Antlaşması"nı kısa bir özetle hatırlayalım. Peygamerimiz(s.a.v.) 1500 kişilik bir ordu ile Medineden Mekkeye umre yapmak için yola çıkar. Mekke yakınlarında Hudeybiye'de kamp kurarlar. Mekkeliler ise Peygamberimizi (s.a.v.)Mekkeye almamakta kararlıdırlar. Peygamberimiz(s.a.v.) Hz. Osman'ı(r.a.) elçi olarak Mekkeye gönderir. Amaçlarının sadece umre yapmak olduğunu bildirir. Mekkeliler ise buna sert tepki gösterir. Hatta Hz. Osman'ı (r.a.) hapse atarlar. Müslümanlar Hz. Osman'ın(r.a) şehit olduğunu düşünürler, bunun üzerine Peygamberimiz(s.a.v.) savaş kararı alır. Mekkeliler küçük bir birlik yollayarak Müslümanların ne yapacağını görmek isterler. Ancak o birlik esir alınır. Bunun üzerine Mekkeliler antlaşma yapmaya razı olurlar ve Süheyl bin Amr'ı elçi olarak gönderirler. Antlaşma Hz. Ali (r.a.) tarafından kaleme alınır ve Peygamberimiz (s.a.v.) ile Süheyl Bin Amr tarafından imzalanır. Başta Hz. Ali (r.a) olmak üzere sahabe bu antlaşmayı Müslümanların aleyhine olduğunu düşünerek ilk etapda karşı çıkmalarına rağmen Peygamberimizin(s.a.v.) kararlılığı karşısında kabullenmek zorunda kaldılar. Bu antlaşma görünüşte Müslümanların aleyline gibiydi. Ama bu antlaşma ile Mekkeliler Müslümanların varlığını resmen kabul etmiş oldular. Antlaşma ile birlikte barış ortamının oluşması ile Müslümanlığa geçiş hızlandı, Mekkenin fethi kolaylaştı. Ve daha bir çok hikmetlerinin olduğu sonradan ortaya çıktı. Kısaca özetini vermeye çalıştığımız bu antlaşma ile NATO zirvesi ne alaka diyeceksiniz! Hatta önyargılı, fanatik önünü dahi görmekte güçlük çekenler diyecekler ki, "Peygamberimizle,(s.a.v.) Erdoğan'ımı karşılaştırıyorsun". Tövbe haşa! Asla ve kata! Saçımın bir teli böyle birşey düşünse söker atarım. Öncelikle dış politikada kesinlikle parti taassubundan kurtularak olaylara milli bir mesele olarak bakmak ve ona göre değerlendirmek gerekir. İç siyasetle kesinlikle karıştırılmamalı. Ha sözüm bizim siyasetçilere değil! Allah onları ıslah etsin. Sözüm siyasetin fersah fersah önünde giden halkımıza. Gelelim NATO-Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında imzalanan muhtıraya. Burada ne yazdığı veya neyin imzalandığı elbette önemli ama ondan daha önemli olan, Türkiye 29 ülkeye karşı bir muhtıraya imza atmasıdır. Bu imza ile, bütün dünya Türkiye'nin gücünü ve haklılığını hukuken kabul etmiştir. Ödev verilen Türkiye, "Ödev vermiştir". İki büklüm zannedilen Türkiye dim dik ayakta durarak bütün dünyaya; "Bu ligde bende varım, bana rağmen hiçbir hamle yapamazsınız, artık Türkiye lafı geçince iki kere düşüneceksiniz" demiştir. Türkiye NATO nun en önemli ikinci gücü olduğunu resmen onaylatmıştır. Türkiye; "Balkanlarda, Orta Doğu 'da, Kafkaslarda, Orta Asyada ve Karadeniz politikalarınızda bensiz adım atamazsınız" demiştir. Türkiye var olan önemini perçinlemiş, bunu bütün devletlere kabul ettirmiştir. Verilen sözler tutulmazmış! Varsın tutulmasın!. Geçmiş olsun! Türkiye yapması gerekeni yapmış isteklerini yazlı olarak imzalatmıştır. Bu anlamdaki düşüncelerimizi uzatabiliriz. İsveç veya Finlandiya sözlerini tutarlar veya tutmazlar. Bu varılan anlaşmadan daha önemli değil. Türkiye; "Şah-Mat" demiştir. Dünya siyasetinde, diplomatik dilde olayın özeti budur. Şimdi olayı tersten okuyalım. İsveç ve Finlandiya hiç gündemde yokken NATO'ya üye olmak isterler. Türkiye sesini çıkarmadan diğer ülkeler gibi sessizce evet dermiydi? Evet derdi ve kimsede Türkiye'yi suçlayamazdı. ABD dahil Avrupada hangi ülke PKK yı ve onun kollarını desteklemiyor? Hepsi. Peki, biz ne yapabiliyoruz kınamanın ötesinde? Hiçbir şey. Evet tamam Türkiye güçlü ve son derece önemli bir ülke. Ama henüz küresel bir güç değiliz. Dolayısı ile bizim bu ülkelere evet deseydik kimsenin garibine gitmezdi. Ama Türkiye; "Ben eski Türkiye değilim, oyun kuran, bölgesel bir güç olan ülkeyim" dedi ve sahaya indi. Riskli, sonuçları ağır olabilecek bir oyun oynadı ve kazandı. Diplomasinin zaferi böyle bir şey... Düşmanın oklarına bakalım neler diyor, nereleri gösteriyor? Sonra siyaset şapkamızı bir köşeye bırakıp olayları değerlendirelim. Ve sormaya devam edelim, hezimet diyenlere! Neyin hezimeti? Elimizde hangi koz vardı ve ne kadar güçlü bir kozdu? Diyelim ki, restleştik hayır dedik. Peki sonra! 29 ülke ile her alanda savaşacaksın. Sessiz ve derinden. Ekonomiden tutunda siyasete varıncaya kadar. Peki buna dayanma gücümüz var mı? Ayaklarımız yere bassın. Biz ne ABD ne Çin ne de Rusya'yız. Her on yılda bir ihtilallerle, işgal operasyonlarıyla uğraşan, ekonomik saldırılara karşı koymaya çalışan, bin parçaya bölmek için her yol denenen bir ülkeyiz. Şimdi ortada imzalanan uluslararası hukuka uygun bir muhtıra var. Verdikleri sözde durmadıkları takdirde Meclis tarafından "Hayır" denilmesi karşısında bütün dünya sizin haklılığınızı konuşacaktır. Ve siz bir kez daha güçlenerek bu olaydan çıkacaksınız. Dünya siyasetine ve olan olaylara, kendi siyasi gözlüğümüzü çıkartarak bakalım. Sonuçlarını görmeden bir karara varmak asla doğru değildir. Biz yeter ki milli birlik ve beraberliğimizi muhafaza edelim. İç siyasette kim kimin altını oyar, kim kime nasıl ayak oyunu oynar bizi ilgilendirmiyor. Demokrasilerde seçim var, sandık var. Halk sandığa gider kararını verir. Ama söz konusu vatan olduğunda bir araya gelemeyenlere, milli meseleler karşısında tutarsız olanlara, Türkiye'yi güçsüz, zayıf gösterenlere elbette halk sandıkta cevabını verecektir. İsmet Taş - İç Anadolu Birliği Genel Başkanı Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı |
525 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |