İSTANBUL’DA KAR ALTINDAN ÇIKAN, KAHREDEN GERÇEK! Sürekli hatırlattığımız bir gerçeği bir kez daha hatırlatma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bizler, bir araştırmayı, bir makaleyi, bir kitabı veya her hangi bir metni okurken, ideolojik ve siyasi tercihlerimizi bir köşeye bırakmadan okuyorsak, yanlı, taraflı bir algıya sahip olur, gerçeklerden fersah fersah uzaklaşırız. Doğruluk ve dürüstlük ilkeleri çerçevesi içerisinde değerlendirme yapabilmek, ufkumuzun açık olmasını, olayları geniş bir perspektif içinde kavramamızı istiyorsak, hadiselere objektif bir bakış açısı ile bakmamız gerekir. İstanbul’da kar öncelikle siyasetin cıvık cıvık olduğunu, çıkar, menfaat ve ikbal uğruna hangi kılıklara girildiğini bir kez daha gösterdi. Aslında bu bilinenin tekrar gözler önüne serilmesiydi. Şaşırdık mı? Elbette hayır! Peki, halkı kandırmak, olayları saptırmak, farklı göstermek uğraşlarına, canı yananların trollükle suçlanmasına ve üstelik bunu yapanların toplumun önünde olanların olmasına ne demeli? Asıl meselede söylemek ve anlatmak istediğimizde tam da bu! Halkın, olayları ters-yüz ederek, milletvekili, gazeteci, yazar, sanatçı ve kendine aydın diyen zevat tarafından kandırılmaya çalışılması. Bu durum; aslında Sayın Başkanın, “Ne elçi ile yemek yemesi, ne yedi, ne içti, nerede yedi, ne konuşuldu, haberleri olması gerekenlerin haberleri var mıydı, ne de bu kadar sıkıntılı bir durumda bu yemeği iptal edilemeyecek kadar önemli kılan neydi?” gibi söylemlerden çok daha önemli... Özellikle toplumun önünde olan, akil adam, aydın, rol model, popülaritesi yüksek, ünlü, anlı-şanlı şahısların, siyasetçi, sanatçı, gazeteci, yazar-çizer takımının tutum ve davranışları bütün olan olaylardan önce değerlendirilmeli. İstanbul’da kar altından çıkan acı gerçek de bu zaten. Şöyle ki; Çekilen yemek fotoğrafından sonra, Sayın İmamoğlu hiçbir açıklama yapmadan, suskunluğu sürerken, halk kızgınlığını ve öfkesini dile getirirken, o koskoca yukarıda saydığımız malum zevat, inanılmaz ironiler yaparak halkı kandırmaya, yanlış yönlendirmeye, olan olayları olmamış gibi yaparak kraldan çok kralcı kesilmeleri bence İstanbul’da kar altından çıkan en acı gerçeklerden biriydi! Elbette doğal afet olabilir, yollar kapanabilir, belli bir müddet açılmayabilir, istenmeyen acı olaylar yaşanabilir ki yurdun birçok yerinde yaşandı da bütün uğraşlara rağmen halk sıkıntı çekebilir ama halka yol gösterme, aydınlatma, gerçekleri dile getirme görevi, öncelikle bu ülkenin aydınları, yazar-çizerlerinin, siyasetçi ve sanatçılarının görevleri değil mi? Çoğu kez halk bunlara bakarak aklı erer akil adam diye düşünceleri oluşmuyor mu? Bunların daha dikkatli, daha tutarlı, daha tarafsız ve önyargısız olması gerekmiyor mu? Bir ülkenin aydınları, yazar –çizerleri halkı kandırmaya, aldatmaya kalkarsa halk artık kime inanacak, kime nasıl güvenecek, kimi dinleyecek? Bu malum şahıslar ne adına, kim adına veya kime nasıl yaranmak, yalakalık etmek adına bunu niye yaptılar? Halk tarafından asıl sorgulanan, cevabını aradıkları konu bu. Asıl üzüldükleri kahroldukları durum da bu. İfade ettiğimiz gibi doğal afetler her zaman olur. Şu veya bu şekilde yaralar sarılır. Ama kendilerini “aydın” sanıp toplumun önünde görenlerin açmış oldukları yaralar biraz zor kapanır. Tam da bu nedenden dolayı, bu malum güruh kendilerini sorgulamaları gerekmiyor mu? Bizim halka karşı sorumluluklarımız, görevlerimiz, mesuliyetlerimiz var diye? Onların tavır ve davranışları sosyal medyada insanların birbirlerine girmelerine, kırgınlıklara, söz dalaşlarına, hakaret ve küfürlere neden olmadı mı? Ötekileştirmeye, ayrıştırmaya neden olmadı mı? Bu sorumluluktan kaçabilirler mi? Halkın güveni bir kez sarsıldığı zaman kolay kolay yerine gelmeyeceğin bilmezler mi? Sayın Başkan öyle biri ile öyle bir yerde yemek falan yememiştir, iftira atıyorsunuz, trollük yapıyorsunuz diye mangalda kül bırakmayanlar, daha sonra gerçek ortaya çıkınca, bir yanlış bir hatadır oldu diye özür dileme, af dileme gibi bir erdemleri demi yok? Çıkarsın açıklamanı yaparsın, özrünü dilersin, hata yaptık, yanlış yaptık, yanlış yapmak insana has dersin halk da seni anlamaya çalışır. Ama bunun yerine hala sus-pus oturur, kendini şu veya bu nedeni bahane ederek haklı çıkarmaya çalışırsan(burada hatasını kabul edip özür dileyenleri tenzih ederim) halk da der ki; “Sen beni aydınlatmadan önce, kendini aydınlat, karanlıkta kalmış yolunu kaybetmişsin” der ve sende oturduğun yerden kalkamaz, halkın gözünden bir hiç olarak hayatına devam edersin. Tabi ne kadar onurlu hayatın olursa. Evet, özellikle İstanbul halkı o gece çok büyük acılar, sıkıntılar, problemler yaşadı. Bu durum bir müddet daha konuşulur sonra doğal afet yapacak bir şey yok denir, izleri kalır ama unutulur giderdi. Ama halk, kendini ti-ye alan, garip, tuhaf ironiler yapan, kendine aydın diyen zevatı, anlı-şanlı yazar-çizer takımlarını ve sanatçı bozuntularını asla unutmayacaktır.
Dünya Muhabirler Birliği Genel Başkanı |
833 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |