Silahsız Kuvvetlerin Darbesi: 28 Şubat!
O dönemde öncesinde ve sonrasında neler olduğunu kısaca özet halinde hatırlayalım.. Slogan ise bildik, yabancı olmadığımız türden, "İrtica hortladı, laiklik eden gidiyor". Dönemin silahlı kuvvetlerinin komuta kademesi, mevcut hükümeti yıkmak, inananlar üzerinde bir baskı oluşturmak için her türlü baskıyı fütursuzca yapıyor, sivil güçlerin nasıl hareket edeceği talimatlarını veriyorlardı. Özellikle asker tarafından basına verilen birifinglerde gazetecilere gereken talimatlar veriliyor ve ertesi gün gazete manşetlerinde o talimatlar görülebiliyordu. Bu darbede en büyük görev basına düşüyordu. Her şey askerin talimatı ile oluyordu. Yapılanlar maksatlı olarak yorumlanıyor ve halka aktarılıyordu. Hatta bazı gazeteciler, “Paşam ne zaman ihtilal yapacaksınız” sorusunu sormaktan çekinmiyorlardı. Kızlarımızın okuma hakkı ellerinden alınıyor, başörtülü okuyamazsınız deniliyor, ikna odaları kuruluyor, fiziksel ve psikolojik baskılar sonucunda kızlarımız üniversitelerini terk etmek zorunda kalıyorlardı. Okumak için mücadele edenler, kırmadan, dökmeden haklarını aramaya çalışıyorlar, "Özgürlük Zincirleri" oluşturuyorlardı. Darbe seviciler baskılarda sınır tanımıyorlardı, dereceye giren öğrencilere ödülleri verilmiyor, konuşmaları engelleniyordu. Sokakta dahi kızlarımızın başörtülerine el uzatılıyordu. Hatta kompozisyon yarışmasında birinci olan başörtülü bir kız çocuğumuz sırf başörtülü diye sahneden indiriliyordu. Bütün bunların yanı sıra eşi başörtülü olan, subay ve astsubaylar ordudan ihraç ediliyordu. Bahane hazırdı, laiklik kurtarılmalı, irtica yok edilmeliydi. Başta, Disk, Tobb, Tüsiad, Türki-iş gibi Sivil Toplum Kuruluşları, "Şeriata karşı kadın yürüyüşleri" düzenliyorlardı. Oysa ne Şeriat geliyordu, ne laiklik elden gidiyordu ne de ülke de dini bir hareket vardı. Askerin istediği doğrultusunda bir hükümetin gelmesi, halkın hayat tarzlarının kendi istedikleri gibi olmasıydı. Bunu da, "Silahsız güçler" yani medya ve malum sivil toplum kuruluşları gerçekleştirmeliydi. O kadar ileri gidildi ki, bir general açık açık dönemin Başbakanına küfrediyor ve yine dönemin Cumhurbaşkanı bu olayı, "Paşanın öfke boşalması" olarak değerlendiriyordu. Asker bununla da yetinmedi. Batı Çalışma Grubu kurarak bütün olan olayları sevk ve idare etme, kontrol ve yönlendirmeyi bizzat kendi yapıyor, halkın dini duyguları inanılmaz şekilde rencide ediliyordu. Demokratik anlayış tamamen ortadan kaldırılmıştı. Gerekçe hep aynı idi. İrticaya karşı mücadele ve laikliğin kurtarılması! Askerin bu mücadelesi yetersiz kalmış olacak ki! ABD, Ankara'daki Büyükelçiliğine gerekli talimatları vererek, verilen mücadelenin daha da sertleştirilmesini, mevcut hükümetin mutlaka yıkılması gerektiğini, bu konuda acilen ne yapılması gerekiyorsa onun yapılması talimatını veriyordu. Asker her türlü gayreti gösterip çalışmalarını yapacak ama işi "Silahsız Kuvvetler" halledecekti. Medya daha fazla gayret göstermeliydi. Ve medya korku imparatorluğu oluşturdu. İslam’a saldırı had safhaya çıktı. Yüzbinlerce lira ödenerek, Aczimendilerin sokaklarda dolaşması sağlandı, Müslüm Güzdüz'ü, Fadima Şahin'i, Ali -Emire Kalkancı'ları kanal kanal dolaştırıp kamuoyu oluşturuyorlardı. Oysaki hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Hedef kitle olan milliyetçi-muhafazakâr kesimi olumsuz bir şekilde etkilemek, devlete düşman hale getirmek, dinimizi küçük düşürücü algılar oluşturmak, tek tip insan hayatı yerleştirmek. Bunun için de hiçbir sınır tanımadan her şey yapılıyordu. Fetö'de askerin yanında yer almış, dün ak dediğine o gün kara diyordu. Asker, tankları Ankara Sincan'da yürüterek, "Demokrasiye balans ayarı yaptık" diyorlardı. Ve askerin istediği oldu. Hükümet istifa etti. Laiklik kurtuldu! İrtica yenildi! Halkın dini yüceldi! Yeni hükümet kolay kolay kurulamadı, Türkiye ciddi bir kaosun içine sürüklendi. Bu dönemde Türk Ekonomisi yaklaşık 400 milyar dolar zarara uğradı, bankalar battı, halk sefalete sürüklendi. 28 Şubat’ın sorumluları malum komuta kademesi sonraki yıllarda yargılanıp değişik cezalara çarptırıldılar. 28 Şubat, 15 Temmuz 2016 da yenildi ama yok olmadı. Bu ve benzeri olaylar bize gösteriyor ki, hiç bir hadiseye, siyaset ve fanatik parti gözlüğü ile bakılmamalı. Farklı düşüncelere saygı demokrasinin gereği olduğu unutulmamalı. Hiç kimse benim gibi düşünmüyor diye suçlanmamalı. Şayet bunun aksi hareket edilir olayları kendi siyasi ve ideolojik düşüncemize göre düşünür, değerlendirirsek, son derece kolay bir şekilde düşmanın oyununa gelir bilerek veya bilmeyerek gaflet içerisinde, çok sevdiğimizi söylediğimizi ülkemize karşı en büyük düşmanlığı yapmış oluruz. Emperyal güçler tarihin her döneminde ülkemizi ve insanımızı sürekli bir kuşatma altında tutmuşlardır. Dün laiklik ve irticayı kullanarak kuşattı, bugün başka saiklerle. Ekonomik, askeri, kültürel ve siyasi anlamda bir kuşatma altında olduğumuz hepimizin malumu. Bu kuşatmaları ancak, milli birlik ve beraberliğimizin tesisi, vatana, devlete, millete ve bayrağa olan sarsılmaz bağlılığımızla aşabileceğimiz hiçbir zaman unutulmamalı... İsmet Taş- İç Anadolu Birliği Genel Başkanı |
673 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |