Sizin onlardan ne farkınız var!
Hiçbir teknolojinin doğal afetleri engelleyemediği çağımızda, insanlığa en çok zarar veren doğal afetlerden biri de depremlerdir. Her ne kadar yer altında yapılan nükleer denemeler depremleri tetikliyor veya ABD-Rusya gibi bazı ülkelerin ellerinde bulundurdukları teknolojiler ile suni depremler meydana getiriliyorsa da, yer kabuğunun hareketlerinin maalesef zaman zaman bizleri canımızdan vurduğu da bir gerçektir. Son İzmir Depremi de aynen böyle oldu. Denizin kilometrelerce altında meydana gelen deprem, İzmir’in bazı ilçelerinde canımızı yaktı, canımızdan can aldı. Elbette giden canların tek sorumlusu sadece deprem değil, insanoğlunun aç gözlülüğü, hırsızlığı, şerefsizliği, ahlaksızlığı, alçaklığı… Her doğal afetten ders çıkarmamız gerekirken maalesef tam tersi umursamaz tavrımızı devam ettiriyoruz. Felaketler, “ geliyorum tedbirini al” diyor, biz, dünya malına tamah ederek, ya çürük binalar yapmaya devam ediyor ya asla yapılmaması gereken yerlere yerleşim merkezi kuruyor ya da çevreye verdiğimiz zararlarla doğaya meydan okuyoruz. Deprem ve sel felaketleri ile de yaptıklarımızın bedelini ödüyoruz. Dere yatağına yaptığımız evlerle sellere, çürük bina yaparak da depremlere meydan okuyoruz. Yan yana yapılan iki binanın birinin yıkılması diğerinin ayakta kalması başka nasıl izah edilebilir. Diğer taraftan bizi gönülden yaralayan diğer bir hadise, bu olayları bahane edilerek o yörenin insanına saldırılması, suçlanması, itham edilmesidir. Örneğin, İzmir Depreminden sonra, sosyal medyada, bir takım şerefsizler, akıldan yoksunlar, alçaklıkta sınır tanımayanlar İzmirli Vatandaşlarımıza ağır suçlamalarda bulundular. “Ne idüğü belirsiz” bu tür insanlara devlet gerekeni yaptı ama bizim kızgınlığımız öfkemiz dinmedi. Şiddetle kınıyor ve lanetliyoruz. Bu insanlar, Türklükle, Müslümanlıkla asla uzaktan yakından alakası olmayan zavallılardır. Ayrıca bu anlayışı, Türklüğe ve Müslümanlığa yönelik alçakça bir saldırı olarak algılıyoruz. Çünkü bizim dini ve milli değerlerimizde, kültürümüzde asla böyle bir anlayış yoktur. Bunun olabileceğini düşünmek dine iftiradır. Bu topraklar çok hainler gördü. Bu hainlerin bazıları Türk’üz, Müslümanız diyerek kendilerini maskelediler ve kutsal değerlerimize, bazıları da, çağdaşlık, modernlik, düşünce özgürlüğü adı altında inancımıza ve milli ve manevi değerlerimize saldırdılar. İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in eşi Neptün Soyer gibi… Temelinde bu topraklardaki insanlara, onların yüce değerlerine tamamen yabancı, başka kültür ve inançların güdümünde olanlar, o kültürlerin sözcülüğüne soyunanlar, bir gün geliyor, zamanın olgunlaştığını düşünerek, zehirli dilleri ile milletimizin kutsal değerlerine saldırıyorlar, millet düşmanları ile saf tutuyorlar. Batının kendine düşman ilan ettiği İslam’a saldırmayı görev haline getiren başta Fransa olmak üzere batılı ülkeler, Peygamberimize ve İslam’a her türlü hakareti yapmaya görev edindiler. Her fırsatta Peygamberimiz, Hz. Muhammed Mustafa’ya (S.A.V) hakareti maharet sayan Fransız dergisi Charlie Hebdo ve bu şerefsiz dergiye destek veren Neptün Soyer, bu topraklarda yaşayan insanların kutsal değerlerine saldıranlarla aynı safta olduğunu ifade etmekle ne anlatmak istiyor? Bunu açık açık ilan etmeli, açık açık söylemeli, eteğindeki taşı dökmelidir. Neptün Soyer her hangi biri değildir. Bir fikri, bir düşünceyi, bir şehri temsil eden insanın hanımıdır. Kocası beyefendi Tunç Soyer, İzmir bayrağından, İzmir parasından bahseder, karısı hanımefendi, İslam düşmanlığında sınır tanımayan Peygamberimize hakaret üstüne hakaret eden Fransız bir paçavrayı destekler… Sahi siz hangi ülkenin, hangi şehrinin Muhterem Belediye Başkanı, Muhterem Belediye Başkanı eşinizi!? MUHTEREM HANIMEFENDİ, SİZİN, İZMİR DEPREMİNİ BAHANE EDEREK, KENDİNE TÜRK VE MÜSLÜMAN MASKESİ GEÇİREREK İZMİR HALKINA SALDIRAN O ALÇAKLARDAN, O HAİNLERDNEN, O ŞEREFSİZLERDEN NE FARKINIZ VAR???!!! |
403 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |