ÇANLAR ÇALIYOR, BAYRAKLAR YARIYA İNİYOR, AĞITLAR YAKILIYOR Öncelikle Yunanistan tarafından yakılan şanlı bayrağımızın hesabı bir gün mutlaka sorulacak, o eller mutlaka kırılacak diyor, Allah’ın laneti ile lanetliyor, en şiddetli şekilde kınıyorum. Ama maalesef anlamsız iç çekişmeler nedeniyle bu olaya yeteri kadar tepki gösteremedik. Ayasofya’nın açılması ile akla zarar tartışmalar, çekişmeler, suçlamalar, inanılmaz karşılaştırmalar yapılmaya başlandı. Hem de öyle bir tartışma ki toplumun bütününü birbirine düşürecek cinsten. Şu ana kadar yapılan tartışmaları sıralayacak olursak; Lozan Antlaşmasının cenaze namazı kılındı, Atatürk’e lanet okundu, Atatürk ”ün müzeye çevirdiği yer nasıl olur da cami yapılır? Osmanlı Hukuku, Cumhuriyet Hukukuna tercih edildi, hain Sultan Vahdettin ülkeyi sattı kaçtı ve en tehlikelisi Cumhuriyet mi, Osmanlı mı? Daha akla hayale gelmedik tartışmalar. Anlayacağınız ortalık toz duman. Dikkat ettiyseniz Yunanistan’ın tepkisi, ABD nin, Rusya’nın veya diğer ülkelerin tepkileri, bayrak yakma olayı ikinci, üçüncü sıraya düştü. Kendimizle savaş dışarıya gözlerimizi kapattı. Sosyal medya tam bir savaş alanı. Dışımızdaki ülkeler bizi bir kaşık suda boğmak isterken, biz kendi kendimizi bir kaşık suda boğmanın yollarını arıyoruz. Bize, kendimize, değerlerimize, ne çok öfkemiz, ne çok kinimiz, ne çok karın ağrılarımız, ne çok başka ülkelerin sözcülüğünü yapanlarımız varmış, inanılır gibi değil. Aslında Yunanistan o kadar çok ağlayıp zırlayacağına zil takıp oynamaları lazım, “ Türkiye de ne çok taraftarımız var” mış diye. Oysaki hangi bedeller ödeyerek bu toprakları vatan yaptığımız gerçeğini birazcık hatırlamış olsak bu tartışmaların hepsi ama hepsinin tamamen yersiz, lüzumsuz tartışmalar olduğu görülecektir. Olayın aslında tartışılacak hiçbir tarafı yok. Neden mi? Atatürk, 1934 Ayasofya’yı (günün şartlarını göz önünde bulunduralım) müzeye çevirmiştir. Doğrudur. Aynı Atatürk, 19 Kasım 1936 da Ayasofya’nın tapusuna, “Ayasofya-i Kebir Cami Şerifi Ebul Fetih Sultan Mehmet Vakfı Üzerinedir” yazdırıyor. Yani Atatürk tapuya Ayasofya’yı cami olarak kaydettiriyor. Böylece 1934 deki karar hükümsüz oluyor. Atatürk kendi kararını kendi kaldırıyor. Aslında hiçbir karara gerek kalmadan Ayasofya cami olarak açık olması gerekiyor. (Aslında esas tartışılması gereken konu, Atatürk’ten sonra gelenler hangi gerekçe ile Ayasofya’nın cami olarak açık olmasını engellediler, Atatürk’ün kararını neden uygulamadılar) Bu Atatürk’ün kararı. Bu tarihi gerçeğe kim inkâr edebilir? Ortada 1936 yılında Atatürk tarafından düzenlenmiş bir tapu var. Peki, o zaman yazımızın başında belirttiğimiz tartışmaların tamamı hükümsüz kalmıyor mu? Bu tartışmaları ne ile izah edebiliriz? Ya Öküzün altında buzağı arayanlar bunu bahane ederek Osmanlıya saldırıyorlar, ya kapkara kör kütük cahiller, ya mesele üzüm yemek değil bağcıyı döğmek, ya da kafaları, beyinleri cıvık cıvık olmuş, kendi kültürüne, kendi vatanına, kendi milletine yabancılaşmış bir avuç hain değillerse bile gafillerin saldırmalarından başka bir şey değildir. Değişik ülkelere iltica etmiş, hainlikte sınır tanımayanlar yine iş başındaydılar. Ülkemize karşı yine kinlerini kustular. Can Dündar gibiler ülkemizde kafası karışık olanlara her türlü “Gaz”ı vererek ateşe körükle gitmiş, kendi içimizde de buna destek olan yazarçizer takımı da harekete geçerek fırsat bu fırsat deyip ekmeklerini yedikleri bu topraklara saldırmaya başlamışlardır. Yeri gelmişken saldırılara konu olan, bir iki tarihsel gerçeği ifade etmeden geçemeyeceğim. Yine Sultan Vahdetinin hainliği İngiltere’ye iltica ettiği yazıp çizildi. Artık sağır sultan bile biliyor ki, Atatürk ve silah arkadaşlarını Anadolu’ya gönderen Sultan Vahdetindir. İstanbul’da yapılabilecek hiçbir şey olmadığını gören Sultanın böyle bir karar aldığı da tarihsel bir gerçektir. Hatta Anadolu’ya gönderilen sadece Atatürk de değildir. Birçok paşa bu maksatla Anadolu’ya geçmişlerdir. (Bu gün bile devletin istihbarat örgütleri değişik ülkelerde operasyonlar yapar, gerektiğinde onlarla hiçbir ilgileri olmadığını, hatta aleyhlerinde beyanatlar verirler. Bunu hemen hemen her ülke yapar. Atatürk ve silah arkadaşlarının durumları da aynen böyledir. Atatürk’ ü Anadolu’ya yollayan irade, Kazım Karabekir Paşayı Atatürk’ün emrine veren aynı iradedir. Diğer taraftan, Sultan Vahdettin İngiliz gemisi ile gitmesi doğrudur ama iltica etmiş olması külliyen yalandır. Çünkü iltica eden Can Dündar haini gibi olur. İltica istediğin ülkenin korumasına girersin, sonrada ekmeğini yediğin, suyunu içtiğin topraklara hainlik edersin. Sultan İngiltere’ye iltica etmiş olsaydı hem yanında hatırı sayılı bir servet götürür hem de ülkesine hainlik eder İngiltere’nin emrine girer Müslümanların halifesi unvanı ile krallar gibi yaşardı. (İngiltere tarafından Böyle bir teklif yapılmış ama sultan kabul etmemiştir) Oysaki Sultan, iltica ettiği iddia edilen İngiltere de değil, İtalya da sefalet içinde yaşamış,(eşi nimet nevzat hanım sultanın yanında bulunmuş yaşadıkları sıkıntıları anlatmıştır) sefalet içinde vefat etmiş cenazesi ortada kalmıştır. Daha sonra Suriye’de gömülmüştür. Tarafsız tarihçiler, Sultanın 1922 de yurt dışına gitmesini, Atatürk’ün elinin güçlenmesi, sorun olmaması, rahat hareket etmesi olarak yorumlarlar. Çünkü Berlin’e giderken yanında Mustafa Kemal vardı, yaveri yine Mustafa Kemal’di, baş başa ikili gizli görüşme yaptığı yine Mustafa Kemal di. Özetle; Osmanlı da, Cumhuriyette, Sultan Vahdettin de Mustafa Kemal Atatürk de hepsi bizim. Bu değerlere karşı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, bölücü, kışkırtıcı, bir tutum içine girmek bu halka yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bütün bunlara sahip çıkmak ise bizim milli ve vicdani görevimizdir. Hiç kimse, hiçbir arkadaşımız bu tür tartışmaların içinde olmamaları gerekir. Aksi halde Türk düşmanlarının Türkiye düşmanlarının, Türkiye’yi zayıflatmak isteyenlerin ekmeklerine yağ sürmüş oluruz. Gönül isterdi ki düşmanlıkta sınır tanımayan ülkelere karşı, partiler ve siyaset üstü, milli bir mesele olan Ayasofya’nın açılmasına bütün siyasi liderler tam kadro olarak katılarak, “Milli Birlik” mesajı versinler. Ama maalesef daha ev sahibi konumunda olan, Fatih Sultan Mehmet Han’ın tablosunu alarak Sultana nasıl değer verdiğini anlatan, seçimlerde camide Kuran-ı Kerim okuyarak halka farklı bir mesaj veren İstanbul Belediye Başkanı bile açılışa katılmadı. Yazık… Türkiye’nin güçlenmesin istemeyenler için, ÇANLAR ÇALIYOR, AĞITLAR YAKILIYOR… TÜRKİYE ZİNCİRLERİNİ KIRIYOR. İsmet Taş – İç Anadolu Birliği Genel Başkanı Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı
|
844 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |