TEFEKKÜR ZAMANI Şevket Tandoğan 25.4.2020 Kutlu mevsim Ramazan-ı şerif ayının başında dünü, bugünü ve yarınımızı düşünerek nefis muhasebesi yapmak gerekmektedir. Ramazanda kendimizi mânevî revizyona sokmak için gerekli olan bu muhasebeye TEFEKKÜR denir. Tabii ki, kişinin düşünce deryasında kulaç atabilmesi için, irfan pınarlarında yıkanmış temiz duygu ve aklı-selimi bulunmalıdır. Zira nefsine uymuş azgınlarla, Aklı-fikri dumûra uğramış gâfillerin tefekkür imkânı yoktur. Olanlardan ders çıkarmaları da beklenemez. Bir an düşünülse, bu kadar mükemmel biçimde esrar ve mu’cizelerle dolu yaratılmış EŞREF-İ MAHLÛK İNSAN, acaba sorumsuz ve başıboş olabilir mi? Bu insan, behâim gibi davranabilir mi? Kur’ân-ı Kerim’de sıkça tekrar edilen ikazlardan biri, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” mealindeki “Efelâ tâ’kılûn” bir diğeri de “Siz hiç düşünmez misiniz?” mealindeki “Efelâ tetefekkerûn” hitaplarıdır. İslam âlimleri ilim, irfan ve tefekküre verdikleri önem sayesinde medeniyetin zirvesine çıkmışlar, her alanda başarı ve fütuhat elde etmişlerdir. Mütefekkirler, müçtehitler, mûcitler, kâşifler ve mütehassıs ilim adamları yetişmiş dünyayı aydınlatmışlardır. Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) Ebu’d-Derda’ya (r.a.) “Aklını artır ki, Allah’a yaklaşasın” buyurmuştur. Zira insana bahşedilen en büyük ve en değerli nimet akıldır. Akıl sayesinde insan yücelir ilim-irfan ve marifet sahibi olur. Böylece dünyevî ve uhrevî saadete erişebilir. Akıl o kadar değerlidir ki, ıssız bir adada hiçbir kitap ve peygamberden haberi olmadan yaşayan bir kişi bile, aklı ile yüce yaratıcısını bulabilir. Yâni kâinata bakarak Allah’ı bulmak mümkündür. Şâirin dediği gibi: Varlığın bilmeye ne hacet kürre-i âlem ile. Yeter ispatına halk ettiğin bir zerre bile. Allah’ın zatı üzerinde düşünmek ve onu aklımızın çerçevesine sığdırmaya çalışmak doğru değildir. Akıl terazimiz onun zâtını tartamaz. Eğer tartmaya zorlarsak terazimiz bozulur. Hz.Peygamberimiz bu konuyu tartışan ashabına hitaben: “Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, Fakat zatı hakkında sakın düşünmeyin. İdrakiniz yetmez.” Buyurdu. İDRÂKİ-MEÂLÎ BU AKLA GEREKMEZ. ZİRA BU TERAZİ BU KADAR SIKLETİ ÇEKMEZ. Tefekkür edene, Mütefekkir denir. Edebiyat ıstılahında MÜTEFEKKİR, birçok dalda uzmanlaşarak mukayese ve muhakeme kabiliyetine sahip yüksek seviyede DÜŞÜNÜR demektir. Böyle mütefekkirleri bugün mum ışığıyla arıyoruz. Geniş halk yığınları günümüzde, televizyon, internet ve diğer dijital iletişim araçlarına kilitlenmiş adeta bağımlı hale gelmiş durumda. Tefekkür şöyle dursun, okuma-yazmayı unutmak üzere. Dolayısıyla bilim ve fikir hayatımız sığ ve dar bir çevreye sıkışmış bulunmaktadır. Elbette mütehassıs akademisyen bilim ve fikir adamlarımız, değerli hocalarımız var. Ancak böyle ilim ve hikmet sahibi mütefekkirler yok denecek kadar azdır. İlahiyat dallarında uzmanlaşarak Prof.ünvanı almış kimi hocalar, birer din eleştirmeni olmuş, yerleşik geleneksel İslam anlayış ve uygulamasını diline dolamış hep eleştiriyor, İslâmiyeti kuşa çevirmeye çalışıyorlar. Maşaallah teravihin farz-vacip olmadığını söyleye, söyleye cemaati teravihten soğutmayı başardılar. Ne güzel! camiler de kapalı. Alaylı tabir edilen, medrese eğitimi almış ve bazı medrese ilimlerini hızlıca okuyarak, irşad ve tedris hizmetlerine yönelmiş kimi hocalar da tefsir ve hadis usulü ilminden bîhaber vaaz etmektedir. Bunlar elindeki anahtar bilgilerle yüksek ilimlerin kapısını aralamaya ve tetebbuata çalışan tembel hocalardır. Tefekkürsüz halk yığınları bir tarafa, bilim dünyamız da yetersiz ve tembeldir. Mevcutlardan da istifade edilmiyor. Dünyanın değişik bölgelerinde çok değerli ilim-irfan sahibi mütefekkir âlimler, mucitler, kâşifler elbette vardır, ancak biz yeteri kadar yararlanmıyoruz. Bizi yoktan var eden, insan olarak yaratan, hayat veren, sayısız nimetlerle donatan ve en önemlisi İslam ile şereflendiren Hz.Allah’ı tefekkür edip, teşekkür etmeliyiz. Verdiği nimetlerin çeşitlerini saymak istesek, ömrümüz boyunca sayamayız. Buna rağmen nankör ve şımarık davrandığımız için gazaba uğradık Mevlâ bizi virüsle terbiye ediyor. Varlık âlemini milimetrik bir denge içinde yaratıp yöneten ilâhi kudreti görmemek için akılsız olmak lazım. Bu hayatın fâni olduğunu ve bir gün sonu geleceğini kabul etmeliyiz. Yani âhiret vardır. Bir ömür boyu beyin hafızamıza kaydedilen bilgiler, amel defteri olarak önümüze konulacaktır. İşlediğimiz iyi veya kötü her şeyi apaçık göreceğiz. Ağzımız mühürlenecek, ellerimiz konuşacak, ayaklarımız şahitlik yapacaktır. Muhasebemizi iyi yaparak kibir, riya, haset, cimrilik, hırs ve benzeri nefsânî hastalıklardan kurtulmaya ve tövbe etmeye çalışmalı, tam bir ihlas ve sadâkatle Allah’a yönelmelidir. Akıllı insan, doğum ve ölüm denilen iki durak arasındaki kısacık hayatı doğru yaşayarak, imtihanı kazanan kişidir. Saygılarımla. |
934 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |